top of page

Sağlık Sorunlarının Müzik Sanatına Yansımaları

* Yazarın Bilim ve Ütopya Dergisi 2013; yıl: 19, sayı: 229 da yayınlanmış olan “Sanat ve Tıp” başlıklı makalesi temel alınarak hazırlanmıştır.



Sanatçılar, yüzyıllar boyunca ürettikleri resim, heykel, beste ve romanlarla toplum içinde ön plana çıkmış, ayrıcalıklı bir konum edinmişler ve çoğu zaman olağanüstü bir kişiliğe sahip, ölümsüz bireyler olarak algılanmışlardır.


Modern tıbbın kuruluşuna büyük katkıda bulunan Sir William Osler 1919 yılında “Tiroid bezinin salgıladığı hormonların insan üzerinde gösterdiği etkileri sanat da toplum üzerinde gösterir” diyerek edebiyat, müzik, resim ve heykel sanatının insanlara daha güzel bir dünyada yaşamaları için gereken yaşamsal motivasyonu sağladığını vurgulamıştır.


Albrecht Durer’e göre;“Sanat kainatın içindedir ve sanatkar bunu oradan çıkarabilendir”.


Fakat sanatçıların yaşamları incelendiğinde çoğunun yaşadıkları dönemlerin ve toplumların bütün sağlık sorunlarından doğrudan etkilendikleri ve değil ölümsüz olmak, çok kısa yaşam sürelerine sahip oldukları ve dolayısı ile kainatın içindeki sanatı çıkarmaya yeterince zaman bulamadıkları görülmektedir. Çünkü sanatçılar içinde yaşadıkları toplumdan kopmadan yaşamlarını sürdürmüşler ve toplumları etkileyen hastalık, yoksulluk, açlık gibi olaylardan doğrudan etkilenerek aynı kaderleri paylaşmışlardır. Önemli olan; bu sanatçıların eğer bugün yaşasalardı modern tanı laboratuarları, yoğun bakım koşulları, antibiyotik ve ilaç tedavileri ile yaşamlarının kurtarılıp kurtarılamayacağı konusudur. Kolera, sifiliz, tüberküloz bugün için tedavi edilebilecek hastalıklardır. Pnömoniye yakalananların büyük kısmı da tedavi edilebilmektedir. Bakteriyel sepsis ise hala ciddi bir sorundur ve sadece ABD de yılda 250 000 kişi septik şok ile yaşamını kaybetmektedir.


15.yüzyıldan önce Avrupa’da vebanın yarattığı ölümcül travma “Ölülerin Dansıtemasını ortaya çıkartmıştır. Bu tema üzerine şiir yazılmış, bestelenmiş ve kiliselerin ve cenaze evlerinin duvarlarına resmedilmiştir.


1830 larda Avrupa’ya Asya’dan gelmiş, uzun süre su da canlı kalabilen bir gram negatif bakteri ile oluşan kolera, kontamine suyun içilmesi ile bulaştığı için kısa sürede büyük salgın ve ölümlere neden olmuştur.




Peter Ilyich Tchaikovsky:


28 Ekim 1893 yılında Peter Ilyich Tchaikovsky’nin 6. senfonisinin ilk gösterimi yapılırken Rusya’nın St.Petersburg şehrinde kolera salgını hüküm sürüyordu. “Pathetique” olarak isimlendirilen bu senfoninin son bölümünde keman, çello ve kontrbas giderek azalan bir tonda çalar ve sanki kalp ve solunumun giderek azalması ile ölüme doğru gidişi temsil eder.


Bu performanstan 9 gün sonra, 6 Kasım 1893 tarihinde Tchaikovsky koleradan ölmüştür. Bütün sular enfekte kabul edildiği için kaynatılarak içiliyordu, ancak tek bir kez kaynatılmamış su içmesi koleraya yakalanmasına ve dehidrasyon ile ölümüne neden olmuştur.





Mycobacterium tuberculosis tarafından oluşturulan bir infeksiyon hastalığı olan tüberküloz,  endüstriyalizasyon döneminin getirdiği yoksulluğun ve beslenme bozukluğunun ortaya çıkardığı yaygın hastalık ve salgınlara neden olmuş ve bu nedenle “beyaz veba” olarak da adlandırılmıştır.1876 yılında Almanya’da meydana gelen ölümlerin % 12 si tüberküloza bağlıdır.


19. yüzyılın sonlarına kadar tüberküloz tedavisi dinlenme, iyi beslenme, çoğunlukla opium içeren öksürük şurupları, haftada 2-3 kez 250 ml. kan alınması, laksatifler, terletme, çamur banyosu veya civa karışımları ile yapılıyordu. Çeşitli bestecilerin eserleri de doğal olarak içinde yaşadıkları toplumun sıkıntı ve sorunlarından etkilenmiş, buna bağlı olarak da bazı opera kahramanları o dönemi yansıtan bir özellik olarak tüberkülozdan ölmüşlerdir.





Giacomo Puccini:


Henri Murger’ın La Boheme isimli eserinden Giacomo Puccini tarafından uyarlanan La Boheme operası 4 perdeden oluşur. Bohem yaşam tarzından kesitler sunan ve1840 ların Paris’inde geçen, Mimi ile Rodolfo arasındaki aşkı anlatan eserin sonunda kavuştukları sırada Mimi tüberküloza bağlı olarak hemoptizi ile ölür.



Guiseppe Verdi:


Aleksandr Dumas’nın “Kamelyalı Kadın”  kitabından Giuseppe Verdi tarafından uyarlanan ve ilk kez 1853'de Venedik'te sahnelenen “La Traviata” operasında  birbirine aşık olan  Violetta ve Alfredo 3. perdenin sonunda kavuşurlar, ancak Violetta Alfredo'nun kolunda kiliseye yetişebilme çabasıyla ayağa kalkmak isterken, tüberküloza bağlı şiddetli bir krizle  son nefesini verir.  





Vebanın Avrupa’ya Asya’dan gelmesine karşılık sifiliz Amerika kıtasından gelmiş, 1493 den sonra Amerika’yı keşfeden Kristof Kolomb’un denizcilerinin  geri dönmesi ile Avrupa’ya taşınmıştır. Sigara ile birlikte sifilizi “Amerika kıtasının Avrupa’dan intikam alması”  olarak da yorumlayanlar vardır. 1495 yılında İspanyol denizcilerin getirdiği sifiliz tek tek olgular halinde görülmeye başlanmıştır. 1493 yılında Fransa kralı VIII. Charles 30 000 asker ile birlikte Napoli’yi ele geçirmek amacı ile çoğu paralı askerlerden oluşan ordusu ile bir sefer düzenlemiştir. Napoli kralı Ferdinand’ın da paralı askerleri vardı ve bunların bir kısmı da Kolombun denizcilerinin döndüğü Barselona şehrindendi. Üç haftalık bir kuşatma sonrası bu paralı askerler de Fransız ordusuna katılmış ve geri dönen askerler ile birlikte sifiliz Avrupa’nın her tarafına yayılmıştır. 18.ve 19 yüzyıllarda sifiliz oral buhar banyosu veya cilde sürülerek kullanılan cıva ile tedavi ediliyordu.19. yüzyılın başından itibaren de 1943 yılında penisilin keşfedilene kadar sifiliz tedavisinde salvarsan kullanılmıştır. Bütün bu yüzyıllar boyunca birçok şair, yazar, ressam, besteci ve filozof sifilize yakalanmış ve kaybedilmiştir.  





Wolfgang Amadeus Mozart:


Tarihteki dahi çocuklardan birisi olarak bilinir ve 27 Ocak 1756 da Salzburg’'da doğmuş, 35 yaşındayken 2 hafta süren kısa bir hastalık döneminden sonra 1791 yılında yaşamını kaybetmiştir.  Bu kadar genç yaşta ölümü ile ilgili literatürde zehirlenme, intihar veya ne olduğu tam bilinmeyen bir hastalıktan olduğu şeklinde birçok varsayım olmakla birlikte, bazı yazarlara göre; Mozart da sifilizdi ve kendisini cıva ile tedavi ediyordu, ölümü de civanın aşırı dozunun yarattığı yan etkilere bağlıydı.




Ludwig von Beethoven:


1770 yılında Almanya’nın Bonn şehrinde doğmuş.1792 yılında babasının ölümünden sonra Viyana’ya yerleşmiştir. 1801 den itibaren yazdığı mektuplarda çeşitli rahatsızlıklarından bahsetmeye başlamış, 1796 yılında 26 yaşındayken işitme kaybı yaşadığını vurgulamıştır. Sonraki yıllarda kolik tarzında karın ağrısı ve diaresi olmaya başlamış ve işitme kaybı giderek artmıştır.


En son 1814 yılında müzisyen olarak halkın önüne çıkmış, 1815 yılında işitme yetisini neredeyse tamamen kaybetmiştir. 1818 yılına kadar o yıllarda kulaklık olarak kullanılan kulak trompetleri ile konuşmayı sürdürmekle birlikte o tarihten sonra sadece yazılı olarak iletişim kurmaya başlamış ve bu yazılarının bir kısmı kitaplarda da yer almıştır. 28 Mart 1827 de 56 yaşında karaciğer yetmezliğinden yaşamını yitiren Beethoven’in sağırlığının sensori nöral bir bozukluğa bağlı olduğu genel olarak kabul edilir. Çünkü ilk başlarda yüksek tonlara karşı işitme kaybı başlamış olması ve öldükten sonra yapılan otopsi de kohleada inflamasyon ile birlikte işitme sinirlerinde atrofi görülmesi bu görüşü desteklemektedir. Ancak birçok araştırmacı da Bethoven’in işitme kaybının nörosifilize bağlı olduğuna inanmaktadır.



Nicolai Paganini:


27 Ekim 1782 tarihinde Cenova da doğmuştur. Olağanüstü bir keman virtüözü ve müziğe getirdiği teknik yenilikler açısından da bir öncü olarak kabul edilir. İlk konserini 9 yaşında veren Paganini 1810 yılından itibaren bütün Avrupa’yı dolaşarak konserler vermiştir.


Keman çalmadaki olağandışı yeteneği ve tekniği onun olağanüstü ve gizli güçleri olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Ancak vücut yapısı ve parmaklarını olağan dışı ustalık ve kıvraklıkla kullanmasının altında yatan neden doğuştan gelen ve bağ dokusunun esnekliğine neden olan Marfan Sendromu ve Ehlers-Danlos sendromuna sahip olmasıdır. Sanatçının Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde yaşadığı ilişkiler sırasında sifilize yakalandığı ifade edilmektedir. Hastalık belirgin hale gelip, farenksinde yaralar ortaya çıkıp karın ve bacak ağrıları da artınca yüksek doz cıva verilerek tedavi edilmeye çalışılmış ve buna bağlı olarak cıva zehirlenmesi gelişmiş bu da ağzında stomatite ve dişlerinde dökülmeye neden olmuştur. 1820 den itibaren kronik balgamlı bir öksürüğünün olması büyük bir olasılıkla tüberkülozun da tabloya eklendiğini düşündürmektedir. Daha sonra buna bağlı olarak sesini de kaybetmiş ve 27 Mayıs 1840 tarihinde 58 yaşında ölmüştür.



Franz Peter Schubert:


31 Ocak 1797 yılında Viyana da 14 kardeşin 12.si olarak doğmuş, kardeşlerden 5 i yaşamıştır. 18 yaşına geldiğinde 144 şarkı, 2 sonat, 2 senfoni, 2 ayin için müzik parçası, 5 tiyatro ve 1 kuartet bestelemiştir.1822 yılında sifilize yakalanmış; baş ağrısı, saç dökülmesi, ateş, adale ve eklem ağrıları ve döküntülerden yakınmaya başlamıştır. 


Adale ağrıları nedeni ile o dönemde bestelemeye başladığı “Bitmeyen Senfoni”yi tamamlayamamış, daha sonra başka besteler de yapmış,  ancak uğursuz olduğunu düşündüğü bu senfoniyi hiçbir zaman tekrar ele alıp bitirmemiştir. Ekim 1828 de kardeşi ile birlikte üç gün süren bir seyahate çıkarak Joseph Haydn’ın Eisenstad’daki mezarını ziyarete gitmiştir. Viyana’ya döndüğünde ileri derecede halsizlikten yakınmış ve büyük olasılıkla bu seyahat sırasında yakalandığı salmonella enfeksiyonunun (tifo) tabloya eklenmesi ile 31 yaşında yaşama veda etmiştir.


1827 de ölen Beethoven ve 1828 de ölen Schubert’in cenazeleri Waring mezarlığına gömülmüş, ancak 1888 yılında her ikisinin cenazesi de Viyana Santral Mezarlığı’na yan yana mezarlara nakledilmiştir. Waring Mezarlığındaki eski mezarları ise anıt olarak korunmuştur.        



Robert Schumann:


8 haziran 1810 tarihinde Almanya’nın Zwickau şehrinde doğmuştur. Hem edebiyata hem de müziğe yetenekli olan sanatçı, 1828de Leipzig Üniversitesinde hukuk eğitimine başlamıştır. Fakat bir öğrenciye oranla çok fazla eğlenceye düşkün olduğu ifade edilmektedir. 1830 da piyano virtüözü olmaya karar vererek Friedrich Wiek in öğrencisi olmuş, ama bir kaza sonucunda sağ elinden yaralanmış ve sürekli olarak parmakları destekleyen mekanik cihazlar kullanmak zorunda kalmıştır.


Bunun üzerine piyanodan vazgeçen Schumann besteci olmuştur. 1834 de “Neue Zeitschrift für Musik” (New Journal for Music) isimli dergiyi çıkartmaya başlamış, 12 Eylül 1940 da bir piyanist olan Clara Wiek ile evlenmiştir. 1850 yılında müzik direktörü olmuş ve Düsseldorf a taşınmışlardır. Ancak giderek artan psikiyatrik sorunları nedeni ile işine bir türlü gerektiği gibi konsantre olamamış, 1853 yılının sonlarında ruhsal ve akli durumunun iyice bozulması sonucunda 27 şubat 1854 de intihar amacı ile Ren nehrine atlamış, ancak kurtarılmıştır. Bonn yakınlarında bir psikiyatri kliniğine yatırılan sanatçı, yaşamının son 28 ayını burada geçirmiş ve 29 Temmuz 1856 da ölmüştür. Günlüğüne yazdığı “1831 yılında sifilize yakalandım ve arsenik ile tedavi edildim” cümlesi dikkat çekmektedir.



Johann Sebastian Bach:


Bach’ın çocukluktan itibaren miyop hastalığı vardır ve bu nedenle görme sorunları yaşamaktadır. 64 yaşına geldiğinde görmesinde azalma olduğunu fark eden sanatçı, o sıralarda hayatının eseri olarak nitelendirdiği “Art of Fugue”yi bestelemektedir. Katarakta bağlı olarak görme kaybı yaşayacağından ve eserini tamamlayamayacağından korkarak 30 Mart 1750 de ilk katarakt ameliyatını olmuştur. Ancak görmede bir iyileşme olmaması üzerine 4 ve 7 Nisanda tekrar ameliyat olmuş (ölümünden 4 ay önce), gözlerine takılan ve ışığı engelleyen bandajları 3 ay kullanmış ancak sonunda dayanamayarak 18 Temmuz 1750 tarihinde açmıştır.

 

Ameliyatı yapan doktoru o yıllarda katarakt ameliyatına olan hastalarının gözlerine güvercin kanı damlatmakta ve bandajla kapatmaktadır. Ayrıca tedaviye ek olarak laksatifler vermekte ve aralıklı olarak hastadan kan almaktadır. Bu uygulamalar vücudu zayıflatarak direncini düşürmüş ve güvercinin kanından gelen mikroplar bandajın altında çoğalarak vücuduna yayılmış, sonunda sanatçı yüksek ateş ve sepsis tablosu ile kaybedilmiştir. Johann Sebastian Bach’ın oğlu Carl Philipp Emanuel Bach da bestecidir, Hamburg ‘da St. Michael Kilise korosunun yöneticiliğini yapmış olup, yaşamını tüberkülozdan kaybetmiştir.



Ve daha pek çokları...


Gioachino Rossini 76 yaşında rektum kanseri nedeni ile geçirdiği ameliyat sonrası gelişen perine bölgesi enfeksiyonu, Georges Bizet 37, Skrjabin 33 yaşında kulak ve dudak enfeksiyonuna bağlı sepsis, Mahler ve Respighi ise kronik endokardite bağlı sepsis sonucunda yaşamlarını yitirmişlerdir. Mahler’in rahatsızlığı Şubat 1911 tarihinde boğaz enfeksiyonu olarak başlamıştır. O sırada New York filarmoni orkestrasını yönetmek için Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunmaktadır. Hastalığı ilerleyince bu alanda daha sonra birçok çalışması ve kendi adı ile anılan bakteriyel olmayan endokardit türünü de tanımlayan Dr. Emanuel Libman tarafından muayene edilmiş ve yapılan kültürler sonucunda streptokok endokarditi tanısı konmuştur. Mahler büyük olasılıkla ölümcül hastalığına doğru tanı konulan ilk bestecidir.



Büyük bestecilerin biyografileri incelendiğinde Schubert, Chopin, Skrjabin gibi bestecilerin bir kısmının yaşamlarının hastalıkları nedeni ile sınırlı olduğunu bildikleri dönemlerde bile, önemli besteler yaptıkları görülmektedir. Hatta bazıları ölmek üzere oldukları dönemlerde “hayatlarının eserleri” olarak nitelenebilecek besteler yapmışlardır. Rossini, Bizet, Smetana gibi besteciler ise kronik hastalıklarını yaratıcılıkları açısından “itici güç” olarak kullanmışlardır. Bazıları tedavi edilemeyen bir hastalığa yakalandıklarının bilincinde olarak ağrılarını, umutsuzluklarını bir tarafa bırakmış ve üretmeye devam etmişlerdir. Fakat bir kısım bestecide ise, sağlık sorunlarının sanatçıları eserlerini bitirmekten alıkoyduğu da unutulmamalıdır.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Sevgi, Tutku, Aşk

“İnsan düşünen hayvandır”  tümcesinin vurguladığı en belirleyici nokta düşünmekten vazgeçtiği veya düşünemediği anda insanın hayvanla...

 
 
 

Comments


  • Youtube
  • LinkedIn
  • Facebook

© 2025 Prof. Dr. Ali Kutsal. Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page